EDY

Edebiyat Dergisi
Yayınları

N. Pakdil
♦ Kitaplarımız
Baskısı Bulunanlar
Baskısı Tükenenler
♦ Nuri Pakdil
Nuri Pakdil
Bir Biyografi Denemesi
♦ Edebiyat Dergisi
Edebiyat Dergisi
Dergi Sayfalarından
Dizin (1969-1984)
♦ Edebiyat Dergisi Yayınları
E.D.Y. Hakkında
E.D.Y. Kataloğu
Tüm Kitaplar
♦ Değiniler/Seçilenler
Değiniler
Seçilenler
♦ Satış Noktaları
Kitapçılar
Online Satıcılar
♦ İletişim
İletişim Bilgileri
İletişim Formu
♦ Mesaj Panosu
Mesajları Oku-Oyla
Mesajını Ekle
 
İçerik Sorumlusu
İdris HAMZA
Internet İlk Yayım Tarihi
3 Kasım 2002
 
Öylesine çok darağaçları kurulmuş bir ülke ki! (Bir Yazarın Notları II, s. 113)

Değiniler

38 Kişi Online
13 Eylül 2024 Cuma 00:30:17

 

Putu Sarsmak

Melih Seyhun

13689. Gösterim
Yeni Sanat Dergisi, Haziran 1974

I

Düşünce ve sanat ortamına ilkin bir seyahatnâme idi Batı Notları. Perspektifinin başlangıç noktasında Mutlak öğreti aşkı ve bilinci duran, bütün bir Batı uygarlığı kesiminin, tarih içinde ve bugün, özümüze yönelik tavrını, kararlı, yeni bir savaşçılığı getiren üslûbuyla yargılayan, sayfalarını, örselemiş olmaktan korka korka açtığımız bir kitaptı. Lirizmi olan bir eserdi. Belli dönemlerden birike birike gelen bir hüznün işaretini taşıyordu. Ve bu hüzün, içe atılan değil, birden eyleme dönüşmek gibi bir özelliği taşıyordu. Nuri Pakdil Batı Notlarıyla insanımızı yerli düşünce fenomeni içinde bir işlev sahibi olmaya çağırıyordu. Varolma ile bağımızı yeniden gerçekleştirmeye, güçlendirmeye, çağa karşı konumumuzu yeniden belirtmeye çağırıyordu. Yitirdiğimiz bir toprağın anlamı, çağın olumsuz yanı olan inançsızlığı simgeleyen kurumları ve genç Afrika tazeliğiyle, kelimesi bile umut olan Afrika, bir anlamda Batı Notları’nın iç yapısının ana hatları bunlardır. Batı Notları ile beliren diri, özlü ve cümlelerin özge kuruluşlarıyla sağlanan vurgulu, eylemci anlatım, Biat’da aynı devingen düşünceyi, daha özel düşünce bölgelerinde veriyordu bize. Yazarın ikinci eseri olan bu kitapta, yabancılaşma olumsuzluğu açısından toplumumuzun elli yıllık geçmişinin, kesin bir panoraması çiziliyordu. Yabancılaşma ve yürütücüleri yargılanıyordu. Ve en önemlisi de, çağımızda yazarın bir seçimi mutlaka yapması ve bunu belgelemesi gerektiği Biat’ın özünü teşkil ediyordu.

Nuri Pakdil ile, eylem kavramının, insanın olağan yaşamında doğal bir öğe haline gelmesini gerek şart olarak düşünen yazarı görüyoruz. Eylem müslümanın günlük hayatına girmeli ve çağ içindeki sorunlara “eylem”le yaklaşma şuuru yerleşmelidir. Bizce Nuri Pakdil’in bir yazar olarak uğraşı, eylem kavramına eklediği bu boyuttan bir yankıyı doğurmasıdır.

Eylemsiz insan bir gecikmişliği taşır kişiliğinde. Batı Notları’nı, Biat’ı ve Umut’u okudukça, eylemsizlik halinin, nasıl çirkin bir süs olduğunu görüyoruz. Amaç, insanın yaşamdaki onurlu durumu ise, insanın durumunun Mutlak Hakikat’a liyakatı ise, insanın, özüne aykırı olan bu süsü taşıması açıklanabilecek mi? Çağın ve bu çağa eşdeğer her çağın, talan edilmiş insanın yeniden doğruluşunda, özü ile arasına girmiş engeli aşma savaşında, belki de bir beşerî zorunluluk olarak “eylem” gerekmektedir.

Yazarlık ve eylem arasındaki ilgiyi şöyle belirtir Nuri Pakdil: “Eylemi yaza yaza büyüteceğiz.” Böylece, düşünen insan, sorumluluk ve toprak üçgeninin yeniden çizilişi oluyor bu. Anlıyoruz ki, çağın kara kaprisini sarsmada yöntemlerden biri de budur. Eylemi günlük hayata iyice yerleştirmek, aykırı yaşamalar düzenini eyleme burgulamak istemektedir yazar. Umudu vardır. Bu umut, toplumun gözünden gizlenen gerçeklerin hızla artan “namuslu aydınlar”ca yazılması ile giderek çoğalmaktadır. Evrensel bir sevince çevrilir. Eylem büyüdükçe çoğalma, çoğaldıkça daha baskın eylem. Allah inancı ve peygamber izleyiciliği ile titreşen müslümanın bir düşmanı vardır. Çağın bütün kesimlerinde insanın onuruna musallat olmuş bu düşmanla, hiç de gereksiz olmayan bir savaşı vardır, olmalıdır. Salt bir karşı çıkış değil, karşı çıkışı yoketmenin teorisidir. Yazarın “put” üzerine yalçın düşünceleri vardır. Denebilir ki bu konuda tam da söylenmesi gerekeni söylemiştir: “Put, tanrı düşüncesinin karşıtıdır”, “Çünkü her heykelin içinde, ne biçim ve oranda olursa olsun bir put vardır.”

Her peygamberin karşısına bir put engeli çıkmıştır. Bütün peygamberler Allah’ın emirlerini insana tebliğ ederken, soyut ya da somut, putlarla mücadele etmiştir. İnsanı Allah’a kul olmaktan alıkoyan ne varsa put ve alanda küstahlanan heykel de, putu hazırlayan şartları temsil eden, bir noktada toplayan, içi zifirle dolu bir çukur. Yazar, Peygamberlerin putlarla savaşındaki ebedî eylem modelini kendisine örnek almaktadır. Gönüllerdeki putların kırılmasının gerek şart oluşundaki tarihi dayanağı yakalamıştır. “Biat”da İbrahim’in durumunu, taşkentde durumunu okurken, güzel bir lezzetle, Hz İbrahim’in putları nasıl un-ufak ettiğini algılar ve İbrahim diye diye “Putkıran” diyesiniz gelir, İbrahim yerine.

II

Umut, Nuri Pakdil’in üçüncü kitabı. Bir sahne eseri. Klâsik tiyatro anlayışı ile yazılmamış oluşuyla ilk anda bir farklılık taşıyor. Soyut ile somut arasındaki reversibl ilgiden fışkıran bir anlamı getiriyor. Edebiyatımızda klâsik tiyatro anlayışının ötesindeki ilk verim oluyor yazarın bu eseri. İleri bir tiyatronun habercisi. Soyut tiyatro, düş tiyatrosu, dörtboyutlu tiyatro denebilir bu türe.

Umut”la Mutlakçı tiyatro ikinci yazarını kazanmıştır. Mutlakçı tiyatronun kurucusu olan Necip Fazıl’ın sahne eserlerinin yanında yer alan oyundur “Umut”.

Tiyatroda İonescu “deneyinin” içerik kazanmasıdır bir taraftan da.

Düş, yeni bir boyut olarak kullanılıyor oyunda. Bir bütünlük baştan sona sürüyor ve uzak çağrışımlar bu bütünlüğü bozmuyor. Metafizik bir yorumla gelen “trajik dönemler hüznü” yer yer ironik bir hava da getiriyor oyunda. Bunun, seyircideki eylem gerilimini harekete geçirmede etkisi olacaktır. Sahne düzeninde çok yoğun bir yeri olan ışık ve ses düzeninin de bu gerilimin ortaya çıkışında büyük payı düşünülebilir.

İronik “dönem eleştiricileri”nin en ilginci “devrim-peynir” ilişkisi ve hemen ardından açıklanan “devrim” ve insanda bu sözle uyanan “kaşınma” illeti.

Umut, simgeci bir oyun. Nuri Pakdil düzyazısında başat özellik olan “imge” bu eserde bol bol kullanılmış ve oyunun iç yapısındaki anlam, bu yalın fakat buğulu imgelerle iyice belirmiştir. Bir düş evreninden gelen ileri imgeler, İslâm uygarlığının temel tema ve motiflerine bağlanır. Bu ilgi kurulduğunda da, imge vazgeçilmez bir unsur olmaktadır. Böylece, imge, bilinçsiz hazlar ürünü olma tehlikesinden sıyrılır ve eser dağılmaz, anlamsızın, saçmanın tuzağına düşmez. İmgeyi temel öge olarak kullanan sanatçının sorumluluğu, imge ve gerçek arasındaki ince ilişkiyi sürekli olarak denetleyen bir güvence olmaktadır. Yazar pür ve taze imajda günümüz gerçeğini işlerken ve çağın katı şartını geleceğe soyutlamada eriştiği düş dünyasından bize imajı verirken, -geleceği müjdelemektir bu- iki halde de beşerî yorumunu borçlu olduğu kökenle ilgisini koparmaz. Eylem kelebek kanadı gibi dağılmaz. Eylemden ödün verilmez. Put sürekli sarsılır ve çağ etrafındaki muhasara şiddetlenir. Bunlar Umut’da bir damar gibi atıyor.

Ögeler

a) Olay:

Bu konuya girmeden önce, oldukça fonksiyonel olan “dekor” üzerinde durmak gerekir. Dekor soyutlama işleminin yardımcısı oluyor. İlk dekorda: Çağ, çağ içinde kent, kentte de insanın durumu anlatılmakta simgelerle. Kimi yerde de diyaloglarla. İnsan, kent hamuruna kapılmak gibi bir tehlikeyle karşı karşıyadır. Çağ “cinlerin insanı şaşırttığı dönem”, kentse “sapık”tır. Böylece etkin bir anlatımla, daha ilk anda, kent ve insan arasındaki keskin aykırılık ortaya konuyor. Seyirciye, beşeriliğin etkin bir durum içinde olduğu anlatılıyor. Bu, seyircinin oyuna düşünce ve giderek duygu olarak katılmasını sağlayabilir. Yazarın sık sık mekân kavramının “görece” olduğunu tekrarlaması, bizi mekân ve eylem arasındaki ilgiye götürüyor. “Katran dolu kazan” imajı inançsızlığın egemenliğini simgeliyor. Bizce burada bir paradoks da vardır. İlk anda beliren bu anlamın ardında, inkârcılık adına işleyen zulmün, artık bir yerlerde durması gerektiği, durduğu sezdirilmek isteniyor. Bu yargıya “kapak çivili kazana” sözünden çıkarak varıyoruz.

Konkre bir olay yoktur Umut’da. Çağ içinde sürüp gidendir konu olan. “Bay” çağın nabzını yakalamış ve geleceğini hazırlayan eylem damarlarını uzatan, sapıklığın fizyolojisini karşısına almış, her haliyle çevresine örnek olan, seçkin bir insandır. Oyunun “ilk plân” şahıslarının en önemlisi odur. Onun “seçkinlik” olgusu olmasa, belki de başlamayacaktı “soruşturma”. ... “Bayan” Bay’ın hayat arkadaşıdır. Aynı ideali beraberce taşır ve büyütürler. O da geleceğe uzanan bir yüke omuz verir. Önceleri yaşamış olduğu bilinçsiz ve meselesiz hayatın dışında, onu aşan bir hayatın varlığını “Bay”la görmüştür. “Söylevci” daha oyun başlamadan önce “keskin bilinç” gerektiğini söyler. Seyircilere, birbirleriyle “sorun” üzerinde tartışmalarını, sorular sormalarını ister onlardan. Amacı, onları eylemin ortak eksenine tutundurmaktır. Bir tehlike karşısında olduklarını anlatır açık açık. Söylevci’nin görevi, toplum özeleştirisine zemin hazırlamak ve seyircideki psikolojik yoğunluğu sağlamaktır. “Soruşturma” başladığında, soruşturmacının ilk birkaç sözünden sonra, toplum kesitlerinin çeşitli insanları konuşmaya başlarlar.

Bayan’dan sonra görünen bütün kişilerdeki ortak özellik, hepsinin de “seçkinlik” özelliği gösterişidir. İşçiler, köylüler, tabutçu, hizmetçi kız, bekçi, “sorun” üzerinde düşünen tutarlı sonuçlara gidebilen kişilerdir.

Oyunda, bu görünen kişilerden ayrı olarak, hep sözleri edildiği halde gözükmeyen iki şahıs var. “Çocuk” ve “kötü ruh”. İkisi arasındaki ezeli savaş “Umut”a birdenbire bir derinlik, evrensellik kazandırıyor ve kademeli bir içyapı oluşuyor oyunda.

Bayan’a göre çocuk “sığınak”tır. Çocukla, inançsızlığın karabasanından etki almamış savaşçılığı, simgelemiştir yazar. Çocuk, geleceğin içinde ve bir büyük gündedir. “Bizden öndedir” ve bir gün “hepimiz adına” düşünebilir. Fakat o da bir tehlike karşısındadır. Kent “yutmaktadır çocuğu”. “Kötü ruh” şeytan adına eylemi olandır, alandadır.

b) Otokritizm:

Umut’un kişileri benliklerinde bir özeleştiriyi gerçekleştirmiş kişilerdir. Bu özeleştiri, toplumsal özeleştiriyi oluşturduğu gibi, toplumda, olayların üstünde bir sebeple varolan özeleştiri gereksinmesi de, kişilerdeki iç hesaplaşmasına başlangıç olur. Toplumun otokritik beni, kişilerin otokritik benleri toplamıdır. Kişiler varoluş amacına erebilmişlerdir. Bilinçleri bir olgudur.

BAY - Çok narin iki kişinin omuzlarıma oturmuş olduklarını duyuyorum (Bir sesle) Yaptıklarımı yazıyorlar sanıyorum.

BİR NUMARALI İŞÇİ - (Soruşturmacının yanında bir koltuğa oturur) Bilincim kesiksiz bir lav. (Sıkılgan) Bir duygu (yumuşak bir sesle) çok olmuş ben yaratılalı. ... memeli hayvanlar gibi sınıflanamayız ki biz.

BEKÇİ - (Boğuk ve ağır bir sesle) İnsanın konumu iyiyse, insanlar da bir bir iyi bir durumda olmuyorlar mı? (Öfkeli) Kötü ruhun bozduğu insanın konumu. (Biraz duraksadıktan sonra) Ülkede (Susar) Dünyada da boğuntulu insanın konumu. (Bastonuyla bir yeri gösterir) Bu durumda cehennemini herkes kendisi yapıyor. (Biraz konumu, buna zorluyor, insanı. Cehennemler çoğalıyor).

... Yanılırsam yıldızlardan biri... (Eliyle bir yıldız göstererek) Sert sert bakar bana. (Yüzüne mutluluk toplanır) Sürekli özeleştiriye açığım.

BİRİNCİ KÖYLÜ - Güneşin egemenliği altındayız işte.

İKİNCİ KÖYLÜ - (Konumunu bozmadan) Öyle. (İrkilerek doğrulur) Unutuveriyoruz. (Şaşkınlıkla seyircilere bakar) Toprak çok derin.

TABUTÇU - (Ağacı gösterir) Doğayla ilişki kopunca, insanlar başlıyor bir bir... (durur söylemek istemez) değişmeye. (Çevresine bakar) İçeriksiz. (Kızgınlıkla) Özsüz... (Güler) insan, ancak kötü ruha karşı koymuşsa önemli.

Bu özeleştirinin oyunda en büyük faktörü ölümdür. Sık sık insanın ve toplumun, dünyanın bir sonu olduğu, varlığın “öte”de süreceği hatırlatılıyor, anlatılıyor. Ölümün insanın varoluş esprisinin bir öğesi ve insanla uyumlu, fakat aykırı yaşamalar içindeki insana ve topluma denge ve kararını kaybetmiş bir beşerî problem, bir felaket alayı gibi girmiş korkusu ve insanın telaşı sergilenir:

BAY - (Pencereden bakar) Bu bay ölümü vurmak istiyor. (Sahnenin önüne gelir) Merak salmış, ama öldürebilirim sanıyor ölümü.

Üçüncü tabloda ölüm imajı tabutçu ile somutlaşmaktadır. Buradan itibaren, baştan beri tek cümleler, vurgulamalar şeklinde sezdirilen ölüm, mahşer olgusu, kıyamet sahneleri hatırlatmaları tabutçu ile belirir ve Sonsuz İşçi ile en yüksek dozuna gelir kavuşur. İkinci tabloda “dünyanın cehennemi algılatılır” yönlemesi olan mahşer görüntüsü “katran dolu kazan” ve dördüncü tabloda Sonsuz İşçinin şu sözleri ile kıyamet fikri iyice belirir:

SONSUZ İŞÇİ - (Başındaki bereyi eline alarak parmağında döndürür) Zamanın albastısı (durur) Bitimsizliğinden uyandığı oluyor zamanın. (Sözünün Bay ile Bayan üzerindeki etkisini bekler) Onun da bir acısı var içinde. (Hareketsizleşir) Kendisinin de tanık olarak çağrılacağı günü düşündükçe korkuyor. (Çevresine ürküntü ile bakar) Herşey kendisinin içinde olup bitiyor çünkü. (Coşkunlukla) Korkusu yoğunlaşıyor böyle ellerimde.

Sonsuz İşçi ecel anında muhatabımız olan “Can Alıcı Meleği” temsil ediyor.

SONSUZ İŞÇİ - (Bayanı saygıyla selamlar), Bay’a (çekinerek) oturabilir miyim?

BAY - (Ciddi) Yetki belgeniz var mı? (Hareketsizleşir) Buyurun (koltuklardan birini gösterir)

SONSUZ İŞÇİ - (Güler) Kim verecek bana belgeyi? (Otururken Bay’ı selâmlar) İnsan kendi adına belge düzenleyebilir mi? (Ötesini berisini yoklar) Defterime bakmıştım (Biraz duraksadıktan sonra) Sizin adınız da olacak defterde... (Bir an) Çünkü evinizin numarası tutuyor.

BAYAN - (Birden) Yanlışlık olmasa. (Sakin... Gülümseyerek) Yeni taşındık buraya.

BAY - (Tutkulu bir sesle) Doğrudan bir ilişkimiz olmadı işçilerle.

SONSUZ İŞÇİ - (Coşkunlukla) Defter her gün yeniden düzenleniyor (Durur) Çıkarma ve ekleme yapmak gerekiyor (Güler) Görevim.

“Kentte başlayan devinme” de, Bay ve Bayana görevi konusunda bilgiler verir, onlarla konuşur. Bay ve Bayan konuştuklarının kim olduğunu anlarlar ve olağanlıkla karşılarlar. İç planda bir “memnunluk” bile seziliyor.

c. Evrensellik:

Bizce sanatçıyı çağ içinde yükselten çok önemli bir sahip oluş “evrensel bakış” özelliğidir. İnsan için de sanat eseri için de gerekli. Evrensellik bir bakıma çağı anlamışlığın ve ödevinin bilincinde oluşunun ispatı oluyor. Muhasaradaki insana doğru koşabilmek. “Umut”da bu bizce vardır. “Sapık kent” belli ülkelere has bir kent modeli değil. İnkârın egemen olduğu çağın kenti ve her kentde de bir “alan” var. Alanda da “ur”. Evrensellik, yerliliği de içeren bir fenomen. Türkiye’de, Ortadoğu’da ve tüm yeryüzünde hep aynı ur var. Değişik olan toprakların özge acı meyvalarıdır.

d) Destan motifleri:

Eserde çağımız Müslümanının en büyük gereksinmesi olan “büyük” eyleme temel olacak olan İslâm tarihindeki “mit”lerin (gelecektekilere ebedî örnekler) başarılı bir şekilde yer aldığı görülüyor. Yazar kimi yerde simgelerle, kimi yerde de diyaloglarla iç yapıya sindirmiştir bunları. “Koyunsuz Çoban” imajıyla Müslümanın ümmet içindeki fonksiyonu insanımızın bugünkü durumuyla bağ kurularak halkın belli bir nosyonda olmadıkça, idarecinin halkla özdeş olmayacağını bildiren kutlu sözdeki hikmet veriliyor bize.

Mucizedeki olayın olağanüstülüğünden güç almaktadır Söylevci:

- Benim de taşlarım öfke kiremitleridir. Düşsel kuş yumurtaları yani.

Ebrehe’ler Allah evini yıkamazlar.

 

 

TecnoWeb EDY © 2002 - 2016 Hata Bildirin | Yasal Uyarılar | eMail Kayıt | Mobil Cihazda Aç +90 532   291 7896