Edebiyat Dergisi
Yayınları
8551. Gösterim
Yedi İklim Dergisi, Sayı: 58, Ocak 1995
Nuri Pakdil oyunlarında, çağdaş insanın yaşadığı bunalım ve acıların nedeni ile yeryüzündeki haksızlıkların, sömürünün, işkencenin kaynaklarını araştırır. İnsanlar arasından çekilen sevgi ve hoşgörünün, toplumu nasıl açmazlara sürüklediği vurgulanırken, bütün bu olumsuzlukların kaynağı olarak da insanın ahde vefa göstermeyip, Tanrı’dan uzaklaşmasını gösterir. İnsanın varoluş nedenini unutunca hayatının nasıl anlamsızlaştığı giderek de bir cehenneme dönüştüğü sergilenir.
Pakdil’in oyunlarında gerek içsel gerek biçimsel bir bütünlükle, insanlığın serüveni ve XX. yüzyılda ulaştığı konum irdelenir. Umut’da yargılanır ve nihayat Kalbimin Üstünde Bir Avuç Güneş’de XX. yüzyıl artık hücrededir.
Umut‘da(1), evrensel bir düzlemde, insanın tarihi varoluş problemleri tartişılır. İnsanın Tanrı’dan, doğadan uzaklaşışı ve duaların anlamını kavrayamayışı sonucu yaşadığı karabasanlar anlatılır. Sadece öfke üretilen çağda, içi boşalmış insanı bir bilinçsizlik kuşatmıştır. İnsanlar doğruya, güzele ve Tanrı’ya öylesine duyarsızdırlar ki, üzerilerine taş yağacak günlere gelmişlerdir. Mahşer olgusunu akıllarına hiç getirmemektedirler. Patronlar ile işçiler arasına sömürü girmiştir. Bu çağda herkes kendi cehennemini yaratmakta böylece cehennemler çoğalmaktadır.
Korku‘da(2), “yeryüzüyle kıyamet arası ürkünç bir geçitteki” insanın, bir yandan varoluş problemlerini araştırirken bir yandan da kendisini sürekli yanıltan Palyaço (şeytan)nun kuşkularının onu nereye sürüklediği anlatılır. İnsan-Şeytan-Tanrı üçgeninin tarihsel gelişimleri ve sonuçları soyut bir yaklaşımla anlatılır. İnsan yaşadığı bu açmazdan ancak Tanrı’nın ipine sarılarak kurtulacaktır. Yorumcu, insanı bu ipe (kurtuluşa) ulaştırmak için bilinç aşılarken, Palyaço ipten uzaklaştırmak için onu yanıltmaya, sapkınlığa düşürmeye çalışır.
Put Yapımevleri‘nde(3), şöyle ya da böyle bir ihanetin, bir yıkımın, bir kıyımın içinde yer alan çağdaş insanın, kendi kendisiyle hesaplaşması anlatılır. İmajlara yüklenmiş bir giz içerisinde, insanları ezen bir düzen ve insanların kanları üzerine bina edilmiş put yapımevleri gündeme getirilir. Bu evlerde, bütün güzelliklerin önünü kesen putlar üretilmektedir. Oyun boyunca bir ihanete ortak olan, hizmet eden insanların (işçilerin) hesaplaşmaları, doğruyu arama çabaları işlenir. Put yapımevlerinde alçılarla su yerine kan kullanılmaktadır. Teknede kan toplanır yıllardır. Çünkü putun yaşayabilmesi, kubullenilmesi ve yalanın sürdürülebilmesi için, başkaldıran, düşünen, insanların ezilmesine, zulüm yapılmasına ihtiyaç vardır. Elbette kanla beslenmelidir yalanlar. Ama insanlar tartışarak, düşünerek, arayarak bir gerçeğe (Tanrı’ya) ulaşmak istemektedirler.
Kalbimin Üstünde Bir Avuç Güneş‘de(4), yöneticilerin, halkı nasıl sindirip, ezip yok ettikleri soyut bir şekilde anlatılır. Yöneticiler halktan kopmuş, aydınlık aralarından çekilmiştir. Bu arada karanlık sürekli yoğunlaşmaktadır. Yöneticiler ise insanların düşünmelerini önlemeye çalışmaktadırlar. Çünkü düşünmüyorlarsa direnmeleri de bir yerde duracaktır. Bu nedenle sürekli insanları hapishanelerine doldurmaktadırlar. Böylece topladıklarına baktıkça korkuları azalmaktadır. Ama bütün bunlara rağmen insanlardaki kıvılcım söndürülemeyecektir.
Pakdil’in oyunları dört temel olgu üzerine oturur: İnsan-Şeytan-Yol Gösterici-Tanrı. Yeryüzündeki olumsuzlukların kaynağı da çözümü de bu dört olguda yatmaktadır. İnsanlar bu temel gerçeği kavrayamadıklarından, ezilmekte, sömürülmekte, bir karabasanı yayamaktadırlar. Asıl problemleri işte bu bilinçsizlik durumlarıdır.
Oyunlardaki İNSAN’lar; arayan, soru soran, ezilen, bütün olumsuzlukları yaşayan XX. yüzyılın trajik kurbanlarıdır. Çağdaş düzenlerin kıskacı altında bir yanlışı yaşarlarken, kendilerini aydınlığa çıkaracak bir “tümce”nin peşindedirler. O tümceyi bir hayatlarına sokabilseler, kurtulacaklardır. Ama yaşadıkları ortam (düzen, çağ vs.) onlara bu çağrıyı iletebilecek imkanları yok etmektedir. Bu ortam ancak düşünmekle aşılacaktır. Bu nedenle de “ortam” düşünceye karşı savaş açmıştır.
ŞEYTAN ise insan ile Tanrı arasına giren, onu yanlışa çağıran, sapkınlığa ve unutkanlığa düşüren insanlığın ve XX. yüzyılın bir vebasıdır. O aynı zamanda insanların düşünmelerini de engelleyen saptırıcı bir varlıktır. Oyunlarda çeşitli görünümlerle ortaya çıkar. Bazen Cin, bazen Palyaço’dur. Korku‘da Palyaço şunları söyler: “Aydınlığı boğarım ellerimle. Kan boşaltırım üstüne; bir kirpi taşırım alnımda. (...) İzlerim insanı. dağlarda da, kentlerde de, izlerim onu. İnsan; av. Gürbüz sözcükler de sıkıştırır beni. (...) Şeytancıl bir güç var bacaklarımda. Aram iyiydi Medyen ulusuyla, sözgelimi. Çoğunuzla da iyi aram. Bana karşı koymak çok güç geliyor size. (...) Alınlarındaki izlerden tanırım avlarımı. Atılırım üstlerine. (...) Tektir benim yasam. Bozgun. Ödevimi yaparım kemiririm ilişkileri. Arkadaşları. Aşkları. Yaslarım sizi yakıtı insan olan bir ateşe. (S. 28-30).
Şeytan’ın bu mücadelesine karşı insanı doğruya, güzele, gerçeğe yani Tanrı’ya çağıran biri daha bulunur oyunlarda. Yeryüzendeki bütün kötülüklerin önlenmesi için çalışan bilinçli, devingen, kitaba bağlı bir önder: YOL GÖSTERİCİ. YOL GÖSTERİCİ insanı şeytan’ın tuzaklarından uzaklaştırıp, Tanrı’nın ipine sarılmaya davet eder. Bu Umut’taki Soruşturmacı şunları söyler: “Taş yağacak belki. Yağmış yağmış bir dönemde. Olamaz sanılıyor. Uyarmak için.. bir kez.. daha yağdırsa.. biz.. ne yapabiliriz? İşte soru. Tükenecek insan soyu. Çünkü çok geçtik sınırı. Bir taşı oyarak.. İnsan.. olabilir mi? (S. 70-71). Hiç getirmiyorlar uslarına... bir mahşer olgusunu. Donuk donuk ölüyorlar. Gördüm yığıyorlar eşyaları. Başları çevrilmiyor göğe.” (S. 33). (...) Bir gerçeği günde beş kez düşünmeye bağlı ipin maviliğini anlayabilmemiz. (S. 35). (...) PALYAÇO, insanla Tanrı’nın arasındaki konumu bozmaya çalıştı önce. Yer yer bozuluyor, yer yer yeniden onarılıyor.” (S. 36).
TANRI ise yeryüzendeki bütn problemlerin çözüm yoludur. İnsanlığın XX. yüzyılda yaşadığı karabasanın nedeni Tanrı’dan uzaklaşmasıdır. Bu karabasandan kurtulması da Tanrı’yı algılamasıyla olacaktır. Korku’da Yorumcu şunları söyler: “Bir tek önemli sorun var yeryüzünde: Tanrı’yı yüceltmenin yolunu hepimiz bulabilecek miyiz, bulamayacak mıyız?” (S. 45). Kalbimin Üstünde Bir Avuç Güneş’de şöyle bir konuşma geçer:
“BİR BAYAN - NEYİ SEÇMELİYDİ İNSAN ÖNCE
BİR BAY - TANRI’YI
BİR BAYAN -O’NUNLA BÜTÜNLENİYOR ÖZGÜRLÜK?
BİR BAY -O’NSUZ ÖZGÜR OLAMADI Kİ İNSAN.
BİR BAYAN - İlk seçimini yapamayan insanın önünde iki yol kalıyordu: Ya, insanı Tanrı yapmak ya da insanı öldürmek: Çünkü, korkuyor bu ilk seçimini yapmayan insan: İnsan hep tersini konuşsa bile, hep tersini yazsa bile, gene de Tanrı’ya inanmamanın eksikliğini sürekli duyuyor: İnsanı Tanrı yapmamışsa başlıyor öldürmeye: Tanrı yaptığı insanda da kendisi ölüyor bu kez: Başkasını öldürürken de” (S. 35-36).
Nuri Pakdil’in oyunlarında bazı kelimeler vardır ki, O söyleyeceği pek çok şeyi sadece bu kelimelerle izah eder. Bunlar Pakdil’in oyunlarının anahtar kelimeleridir. Oyunlar adeta bu kelimelerin açınımı gibidir. Bu kelimelerin belli başlıları şunlardır: Tanrı, insan, kent, yeryüzü, zaman, emek, devinim, işçi, başkaldırı, şiir, mahşer, doğa. Bu kelimelere bütün öykülerde aynı anlamlar yüklenir. Bunları şöyle sıralayabiliriz. Tanrı: bütün sorunların çözümü, İnsan: açmazda, emek: kutsal, işçi: sömürülen, şiir: kuraklığın tek ilacı, doğa: insanın uyum sağlaması gereken, mahşer: yaşanacak olan, çağdaş insanın yaklaştığı, kent: kirli, bunaltan, yeryüzü: işgal altında.
Nuri Pakdil’in oyunlarında özel ad yoktur. Zaman, mekan, kent ismi, kahraman ismi, ülke ismi yoktur. Zaman: “Sayısız bir yıl: Tarihçiler de unutmuşlardır. Belki bu yıldır: Belki bitmiştir: Belki hiç olmamıştır: Belki yakınlardadır.” (Kalbimin Üstünde Bir Avuç Güneş). Mekan da müphemdir, görecedir. Alışageldik anlamında değildir. Değişkendir. Zaman zaman da tanımsız, soyut birşeydir. Ama mekan hep bir geçittir. İnsanın yaşadığı çağ, sonunda herşeyin hesabının sorulacağı mahşere kavuşacaktır. Oyunlarda ışık imkanlarıyla mekanın görece ve değişken olduğu algılatılır. Özel adların olmayışı, zaman, mekan belirsizliği, Pakdil’in bölgesel değil evrenseldir, zamana bağlı değil zamanlar üstü, zamanlar ötesidir. İnkar ve sömürü, zamana, mekana, ülkeye bağlı değil, bütün bunların ötesindedir.
O’nun oyunlarında öne çıkardığı konulardan biri kent ve beton yığınları arasında sıkışıp kalmış kentlidir. Bu oyunlarda kent, kirlidir, boğucudur. Kentlilerin üstüne tencere kapağı geçirilmiştir. (Umut, S. 5). Kent doğaya ters düştüğü için anlamsızlaşmıştır. Böylece insanın konumu da ıssızlık olur. (Umut, S. 31). Kentin konumu yanlış olunca evlerin konumu da yanlış olmaktadır. O vakit insanın içinde de yumukluk başlar. (Umut, S. 75). Kent çocuğu da yutmaktadır. (Umut, S. 77). Kent demek kötü ruh demektir. (Umut, S. 92). Sapıktır. (Umut, S. 8). Kentliler güneşi unutmuşlardır. Kentlilerin güneşe dair, böceklere dair, insanın çoğalmasına dair kafalarında ciddi bilgileri yoktur. (Umut, s. 101). Ama kentliler boğulduklarının farkında değildirler. (Umut, S. 106). Oysa, kentin konumu ülkeyi, kıtayı simgeleştirmektedir. (Umut, S. 36). Kent pusudadır: Avı ise insandır. (Umut, S. 5). Kent ağıtla kuşatılmıştır. Patlayan bombalar, gök gürültüsü, köpek ulumaları sıkıştırmaktadır onu. Tüm pencereler iyice birbirine girmiştir: Puslu, devingen kurulu darağaçlarına dönüşmüştür. (Korku, S. 39). Yeryüzüne kanser kusmaktadır. (Korku, S. 43). Sayrılarevine dönmüştür. (Korku, S. 46). Kentteki iki yanda uzanan büyük yapılar birer urdur. (Put Yapımevleri, S. 9). Kent de ölmektedir azar azar, çünkü her yer mezarlıkla dolmuştur. (Kalbimin Üstünde Bir Avuç Güneş, S. 59). Pakdil, kent konusunda bu denli karamsar olmasına karşın, yine de umudu kaybetmez bu karabasanda: “Bu kentte de olabilir kuşkusuz Umut.” (Umut, S. 79).
Oyunlar, daha çok görsel işitsel bir ortama göre yazıldıklarından, asıl özellik ve güzelliklerini oynandıklarında, sahnelendiklerinde ortaya koyarlar. Yazar oyununu bu ortama, imkana göre oluşturur. Bu nedenle göz ve kulak düşünülerek oluşturulmuş meinler, materyaller (oyun metni, senaryolar) okunduğunda bu metinlerin sahnelendiklerinde, filme alındıklarında ortaya koyacakları etkiyi yeterince üzerimizde sağlayamazlar. Burada, metinlerin etkisi, okuyucudaki düşgücü, dikkat ve paylaşım ile ancak belli bir düzeye ulaşabilir. Elbette sahnelenmemiş oyunların etkisi ve başarısı ile okuyucunun gayreti, dikkati arasında ciddi bir paralellik vardır. Bu nedenle, Pakdil’in oyunlarını değerlendirirken, seyirci değil, okuyucu konumunda bulunduğumuzdan, pek çok güzelliği gözümüzden kaçırma riskini taşıdığımızı aklımızdan çıkarmamamız gerekir. Örneğin Pakdil oyunlarında, ışık, müzik, renk, ses gibi tiyatronun imkanlarından alabildiğine yararlanır ve biz bu bileşimden ortaya çıkacak güzelliği okuyarak değil, ancak seyrederek, duyarak yakalayabiliriz; “Işık oyunlarıyla, ‘mekan’a kentlilerin yabancılaştıkları da anlatılmak istenir. Çoğu zaman, müzik ve ışık, yeryüzündeki sıkıntıyı anlatır. Bu sapık kentte, ‘mekan’ da, müzik de, ışık da, bu sıkıntıyla bağımlıdır.” (Umut, S.8). “Işık oyunlarıyla seyirci şaşırtılır.” (Umut, S. 69). “... kentin çarpılmışlığı ve doğaya ters düşüşü resimlerle ışık oyunları içinde seyircilere algılatılır.” (Umut, S. 53). Ne var ki oyunların bazı bölümlerinde tiyatronun imkanları öylesine zorlanır ki, buralarda insan, bu bölümlerin, oynanmaktan, sahnelenmekten öte, okunmak için yazılmış olduğu kanısına kapılır: “Müzik, Bayan’ın saçlarına konan gece kuşları sanılır.” (Umut, S. 95). “Odaya koyu bir mavi, sokaklara gri, ayla yıldızlara müzikle sarı boşaltılır.” (Umut, S. 114). “Ay kırıla kırıla incelmiştir: Güneşte yorgunluk belirtileri görülmektedir: Belki de gizli bir hastalığa yakalanmıştır: Rengi biraz atmıştır...” (Kalbimin Üstünde Bir Avuç Güneş, S. 12). “Dünya, pencerelerin önüne yığılır: suçlu:, bir tanık bulsa, bir ilerleme olacak savunmasında. (...) Sahne mavi bir tarlaya dönüşür.” (Put Yapımevleri, S. 43).
Oyunların bütününe yansıyan soyut yaklaşımlar, zaman zaman iyice derinlere gizlenmiş sır çağrışımlara dönüşür: Örneğin Umut’taki şu bölümden: “Salon karartılırken, çok hafif başlayan, giderek yükselen, kesilir gibi olurken yeniden çılgınca yükselen, tekrar hafifleyen bir müzik dinlenir, beş dakika.” Nuri Pakdil neyi amaçladığını Biat II adlı deneme kitabında şöyle açıklar: “... müzik çağın inkar grafiğini algılatmayı amaçlar. Buna çok ayrıntılı, uzak bir yorumlama mı dersiniz, bilemem. İçtenlikle söylüyorum, yalnızca çağın bir grafiğini vurgulamak amacıyla yazmıştım bunu.”
Pakdil’in oyunlarının uyumsuz tiyatro ile şöyle ya da böyle bir yakınlığı olsa da özellikle içerik olarak (umudun hep varlığı, çözümsüzlüğü reddedişi) ondan uzaklaşır. Pakdil’in oyunları, zaman zaman görselliği ön plana çıkaran, zaman zaman oynanmaktan çok okunmaya yatkın, geleneksel tiyatro ile bağlantıları az, özel, ama alabildiğine yoğun çağrışımlarla zenginleştirilmiş ürünlerdir.
Dipnotlar:
1. Umut, Oyun, Nuri Pakdil, Edebiyat Dergisi Yayınları, 1974.
2. Korku, Oyun, Nuri Pakdil, Edebiyat Dergisi Yayınları, 1980.
3. Put Yapımevleri, Oyun, Nuri Pakdil, Edebiyat Dergisi Yayınları, 1980.
4. Kalbimin Üstünde Bir Avuç Güneş, Oyun, Nuri Pakdil, Edebiyat Dergisi Yayınları, 1982.
EDY © 2002 - 2016 | Hata Bildirin | Yasal Uyarılar | eMail Kayıt | Mobil Cihazda Aç | +90 532 291 7896 |