Edebiyat Dergisi
Yayınları
8602. Gösterim
Yedi İklim Dergisi, Sayı: 59, Şubat 1995
“Yedi İklim Dergisi”nin Sezai Karakoç için hazırladığı özel sayıya yazdığım “Diriliş”i anlamak başlıklı yazımda, iki Üstad tanıdığımı, Necip Fazıl Bey ile Seza Karakoç’un tesirlerini, bana kazandırdıklarını anlatmış, Üstad gerekliliğini vurgulamıştım.
Üstadlar, düşüncemizin, inançlarımızın, estetiğimizin mimarları.. Bizi biz yapan, tavırlarımızın Ustaları.. Onlardan aldıklarımızla kimliğimizi oluşturduk, uzun ince bir yolda koşuyoruz.
Üstad, böylesine önemli de; Usta, ne oluyor?
Bence, Üstad ile Usta’yı birbirinden ayırmak yanlış.. Önemli olan bu kavramları algılayışımız değil mi? Ben, ne zaman Nuri Pakdil Beyin adı ve eseri sözkonusu olsa, “Usta” kavramı ile yüzyüze gelirim. Aslında, Nuri Pakdil ismi sözkonusu olduğunda, Edebiyat’ı tanıyan, Nuri Pakdil’i, eserini bilen herkes, “Usta”yı hatırlar. Nuri Beyle bu kavram özdeşleşmiş gibidir sanki…
Edebiyat Dergisi Yayınlarında Batı Topu isimli eseri yayınlanan İdris Hamza, bu anı kitabının girişinde, “usta”yı nasıl en güzel biçimde kullanıyor:
“Uçak yükseliyor.
“Ustamın söylediği son cümleyi, bir yükseliş gizi gibi usumda tutuyorum:
“Yüce Arkadaşlığımız sürekli seninledir.”
Yine Hüseyin Su’nun, Ali Karaçalı’nın, Arif Ay’ın kimi konuşma ve değerlendirmelerinde sık sık “Usta” ile Nuri Bey kastedilir miydi? Bu belki de “Edebiyat”ın yenilikçi yanlarından birisiydi.
Hüseyin Su, Tüneller isimli öykü kitabındaki bir öyküsünde “Usta” değilde, “Başöğretmen” kavramını kullanır Nuri Pakdil için..
“… başöğretmenim benim, mektuplarından aldığım ısı olmasa donardım bu kardanadamlar ülkesinde. açıp açıp ısınıyorum hergün onları. Ne denli üşüyor herkes. Mangalın çevresini sarıyor konumunun ayrımına varanlar, ısınıyoruz birlikte. Sürekli saçıyoruz bu atışı tüm dünyaya.”
Arif Ay, Edebiyat Dergisi ile özdeşleşmiş bir şair. O’nun “Usta” sözkosunu olunca, şu yaklaşımını almasam olmazdı:
“Sonra İstanbul. Hemen hemen her ayın birinci günü, Erenköyde’yiz. Aylık bakımı, onarımı, içimizin, dışımızın. Yeryüzüne, insana değin saptayımlar, kararlar, sanatın, edebiyatın özgün, özgül oluşumu. Yumağın katlana katlana büyümesi.”
Nuri Pakdil, bizde marjinal biri kimliğini toplumun önüne çıkaran değil miydi? İleride onun yaklaşımlarını gördükçe; bu tezimiz haklılık kazanacaktır, inanıyorum.
O’nun düşünmesinden-yazmasına, yeme-içmesinden, oturup-kalkmasına, sporuna, zamanlamalarına, kelimeleri seçerek konuşmasına, evet ve hayırlarına kadar, her tavrı entelektüelcedir. “Köylüye evet, köylülüğe hayır.” diyebilendir o.. Taşralı tüm yaklaşımlara, düşünmeye, iş işlemeye savaş açmış gibidir. Velhasıl, o bir Usta olduğunu her vesile ile herkese göstermiş, tesiri çok uzaklara kadar varmıştır. Böyle olmasaydı, bugün yayın yaşamımızın önemli kalemleri olur muydu? O, Anadolu’dan gelen genci almış, bir Usta titizliği ile ilk anından, kitaplık çapa kadar bizzat başında durarak yetiştirmiştir. Bu hali ile ilktir. Bizde yetiştirdiklerinin eserlerini yayınlayan, onların esere gelene kadarki aşamalarını yerinde izleyen, bir başka Üstad, Usta var mıdır?
Mehmet Dursun, anlattı:
“Bir gün yazdığım şiirleri istedi. Tomar halinde götürdüm. Ciddi ciddi inceledi. Böyle şiir mi olur, dedi, yırttı attı. Bana, yeni yazdıklarını getirirsin, dedi. Ben yılmadım, yazmaya devam ettim. Sonraları yazdığım şiirler Edebiyat Dergisi’nin değişik sayılarında yayınlandı.”
Mehmet Dursun, birisi.. Öbür Edebiyat şairleri, yazarları için de böyle sınavlar, azarlamalar, zaman zaman belki kovmalar bile olmuştur. Ama o disipline uyup, pazarlıksız bağlanan yeteneklere sonuna kadar omuz vermiş, Edebiyat alanında tanınmaları için her şeyi yapmıştır. Onların kitaplarının Edebiyat Dergisi Yayınları arasında yayınlanması, bilenler ve görenlerce az sevindirici, onurlandırıcı bir sonuç değil midir?
Bunları Nuri Beyi, Edebiyat Dergisi’ni tanımayanlar anlayamaz. O’nun yanında ve yakınında bulunmayanlar, O’nun arkadaşları ile aynı mekanları paylaşmamış olanlar bunları anlayamazlar. Türkiye’de zoru başarmış, titizliğin, ciddiyetin, evrenselliğin şair ve yazarlarını birer anıt gibi insanlığın önüne çıkarmış birisidir o.. O’nunla edebiyatımız, sanatımız az şey mi kazandı sanılır? Bunun bir araştırması yapılmalı değil miydi bugüne kadar?
O’nun sanatçılar üzerindeki tesiri, öbür Üstadlar gibi büyük olmuş, en yok zamanımızda, milletimizin moral gücü olan entelektüelimizin akın edip gelmesine öncü olmuştur. Ankara gibi karanlık bir mekanda çıkardığı Edebiyat Dergisi ile üç dönem şair, yazar ve aydınımızın yetişmesine katkıda bulunmuş, bir grup yuvadan uçup giderken, bir ikinci grup, üçüncü grup önüne diz çökmüş, “Usta”ya pazarlıksız biçimde bağlanmıştır. O, kuşu ne zaman kafese koyacağını da, onu ne zaman şahinlerden, yırtıcı hayvanlardan kendini korur hale geleceğini de bilirdi.
Benim, Edebiyat Dergisi’ni ilk tanımam, 1970’li yılların başında Osman Nalbant’ı tanımamla başladı. Bursa’ya Bilal-i Habeşi isimli bir piyesi oynamak için bir kaç arkadaşı ile gelmişlerdi. Uzun uzun Nuri Bey, Edebiyat üzerine konuştuk. Bizim “Sur” dergisini çıkarma çalışmalarımız vardı. Yüksek Tahsil Talebe Derneği isimli bir kurumumuz da vardı.
Arkadaşlar, hemen dergiye abone oldu. Derginin satış için de Dernek merkezine gönderilmesi üzerinde anlaşıldı.
Her zaman övünç duyacağım arkadaşlarım başladı. Heyecanla beklerdik ay başlarını..
Bursa Yüksek Tahsil Talebe Derneği ve Sur Dergisi yönetimevi Edebiyat Dergisinin, ardından da Nuri Pakdil’in Batı Notları isimli kitabıyla kurulan Edebiyat Dergisi Yayınları’nın temsilciliği oldu.
Sıcak, samimi, Ankara-Bursa bağlantısı böylece kurulmuş oldu.
Sık sık Ankara’dan Bursa’ya arkadaşlar geliyor. Mektuplaşmalar oluyor. Bizler de Ankara’ya gidiyorduk. İhsan Solmaz, Rahmi Kaya, İsmail Doğan adeta bir ayakları Bursa’da olmuş olan Edebiyat çevresinin temsilcileriydi. Onlardan en yeni haberleri alıyor, onların konukluğu ile onurlandırılıyorduk. Tabii her gelişlerinde Ankara’dan yanlarında yeni konuklar da olurdu. Uzun uzun Nuri Bey üzerine, onun ilkeleri, disiplinleri üzerine konuşur, entelektüel yaklaşımlarını dinlerdik.
Bizim Sur Dergisi de, aralıksız olarak çıkışını sürdürüyor, giderek Edebiyat Dergisi’nin ilkeleri çerçevesinde dilde, biçimde, ruhta yenileniyorduk. Üstad Necip Fazıl Bey ile de sık sık görüşmemize rağmen, dergi olarak Büyük Doğu’dan çok Edebiyat Dergisi’ni kendimize örnek alıyorduk. Onun söylemleri daha yeni, daha entelektüel geliyordu.
Sur Dergisi’nde 11. sayıdan itibaren bu değişim çok belirgindir. Bunu Nuri Pakdil’in Emin Ziyaioğlu adı ile Edebiyat Dergisinde yaptığı eleştiri daha iyi ortaya koyar sanırım:
“Sur Dergisi Bursa’da çıkıyor. Her ay düzenli çıkan bir dergi. Bursa’nın tarihimizdeki görevini yeniden yüklenmiş gibi bu bilinçle yüklü yazarların toplandıkları bir dergi. Mart sayısında yayınlanan, M. Şakir Çıplak’ın, Mücahit Yılmaz’ın, İsmail Özgün’ün yazıları, içerikleri yönünden ilgimizi çekiyor. Şöyle diyor Mücahit Yılmaz: “İnancımızın Sonsuzluğu” başlıklı yazısının ortalarında: “Materyalistler, insanı yokluğa mahkum etmişlerdir. İnsan inanmadığı için yoklukla hayatının biteceğini sanır. Devamlı yokluktan kurtulmaya çalışmaktadır. Albert Camus, inançsızlığın verdiği bunalımla huzursuzdur. “Hayat saçmadır, ne yapsak boşuna. Ömrümüz bir ölüm rezaleti ile son bulacak.” der, Bu sonsuzluğa kavuşamamanın huzursuzluğudur.” (Nisan 1973-Edebiyat)
Ayrıca, Sur Dergisi’nin 13. sayısı olan Osman Gazi özel sayısı için yazdığı değerlendirmede de, benim (Mücahit Yılmaz) ve arkadaşlarımın yazılarını tek tek ele almış, gönendirici şeyler söylemiştir. Zeki Ünal’ın yazısının üzerinde uzun uzun durmuş, Osman Gazi’nin mal varlığı ile ilgili bilgileri bilinçli bir şekilde ele alışımızı övmüştür. Karapara, karapiyasa pazarında bunların önemini onun gibi çarpıcı verebilen yazarımız az bulunur muydu? O, sık sık Peygamber’den verdiği örneklerde; emeğin hakkını savunan, yoksuldan yana olan birisi olmamış mıydı?
Ankara’ya gidişlerimiz pek sık olamasa da, gittiğimizde, İhsan Solmaz’ı, Ali Ulvi Temel’i, Rahmi Kaya’yı, Osman Nalbant’ı, İsmail Doğan’ı, Arif Ay’ı, dahası, Rasim Özdenören’i, Merhum Cahit Zarifoğlu’nu, Erdem Bayazıt’ı görür, Usta’yı bir de onlardan dinlerdik.Edebiyat adına Bursa’da yapacaklarımız üzerine konuşur, Sur Dergisi için adeta direktifler alırdık…
Şunu yüreklilikle söyleyebilirim; ben müslümanlığımı Necip Fazıl Bey’e, Düşünce ve şiirimi Sezai Karakoç Bey’e, entelektüelliğimi de Nuri Pakdil Bey’e borçluyum.
Edebiyat Dergisi’nin yönetimevini ilk görüşümde beni metafizik bir ürperme kapladı. Eşyanın klasik görünümünden, o günkü gazetelerin özenle sehpaya yerleştirilmesinden, Edebiyat’ın eski sayılarının dergi boyutlarına uygun raflara titizce yerleştirilmesine, hatta telefona, kalemliğe, duvardaki Guernica tablosuna kadar her şey belli bir anlayışın eseriydi. Orada hiç bir şey gelişi güzel değil, sıradan sayılamazdı.
Edebiyat’ta hissettiğim ciddiyet, titizlik, ilke sahibi olmak, ilk anda beni etkilemiş miydi? Bazı isimlerin anılmayacağını, kurulu düzenle ilişkilerin kaybettirdikleri, tüm Edebiyat çevresinin bilinçli biçimde anladığı şeyler miydi? Burada sayılmasının gereği olmayacak ilkeler değil miydi bizi taşralılıktan kurtarıp, entelektüel yapacak olanlar?
Edebiyat Dergisi yönetimevi paranın konuşulmayacağı belki de ilk ve tek yönetimeviydi. Dergi almak isteyen, Edebiyat’a abone olmak, yeni yayınlardan edinmek isteyenler, ücreti Edebiyat Dergisi Posta Kâğıdı’na yatırırlar, bunu da bir mektup ile Edebiyat’a iletirlerdi. Edebiyat’ta inanç, müslümanca olan şeyler konuşulur, eylemde bulunulurdu.
Bunları ben Bursa’dan böyle gördüm.Belki o çevrede daha çok kalmış olanlar, benim bazı yaklaşımlarıma katılmayacaklardır. Daha farklı, belki daha ileri şeyler de anlatılacaktır. Buna katılıyorum. Bunları anlatmamın amacı da, Nuri Pakdil Usta’nın bu anlatılanların, algılananların, görülenlerin çok çok ötesinde olacağıdır. Tabii, Şair Dostum Arif Ay’a burada büyük görev düşmektedir, Nuri Bey’in uzun yıllar en yakınında bulunan, kendisini her yönü ile tanıyan biri olarak…
Nuri Pakdil, hep en önde koştu, bizi yarışa koşullandırdı mıydı? Bir engeli atladım, öbürüne koştum, o aşıldı; bir öbürüne.. Hala koşu devam ediyor muydu? Hem de aynı heyecan ve duygularla.. Usta bizi biteviye sürecek bir yarışa sokmuştu.
Neden mi aynı heyecanla?.
Nuri Pakdil, öyle bir kavrardı ki insanı.. Bir defa tanıdığı yeteneğin yitip gitmesini istemezdi. Gıyabımızda bizi soruştururdu. Neredeler, ne yapılarlar gibi.. Acaba on yıl önce söyledikleri ile bugün söyledikleri örtüşüyor muydu?
1983 yılında, Bursa’dan öğrencim Halil İbrahim Kaymak Ankara’da okuyor. Edebiyat’la ilişki kurmaması mümkün müydü? Nuri Bey’in, arkadaşlarının yanına da sık sık uğruyor tabiî.. Biz gençlerle yine Bursa’da Sanat-Edebiyat isimli bir edebiyat dergisi çıkarıyoruz. Her sayıdan da Nuri Bey’e gönderiyoruz. Halil İbrahim Kaymak da bir bakıma Ankara temsilcimiz.. Derginin o sayısı gecikince Edebiyat’a uğradığı bir seferinde Nuri Bey’e Sanat-Edebiyat’ın kendilerine gelip gelmediğini sormuş.. Nuri Bey kalkmış, bir yerlerde özenle sakladığı 1972-73 yılı Sur Dergilerini çıkarmış.. Onların arasından Osman Gazi Özel Sayısını bulmuş, bazı yazıları, özellikle Osman Gazi’nin mal varlığı ile ilgili olanını okumuş.. Halil İbrahim Kaymak, eski Sur’ları bilmeyecek kadar gençti. O’nun bildiği Sur Kitabevi idi. Nuri Bey: “Mücahit Yılmaz’ı, (Benim Surlardaki yazılarımda kullandığım müstearımdı bu.. H. İbrahim Kaymak da bunu bilmezdi.) M. Şakir Çıplak’ı, İsmail Özgün’ü sormuş.. İkisi de Bursa dışına gitmişlerdi, onları da bilmiyordu. Bunlar bugün neler yapıyorlar? Evleri nasıl, arabaları var mı? Velhasıl lükslerimiz var mı, yok mu araştırıyor. Eski söylediklerimizle, bugünkü yaşamımız örtüşüyor muydu? Yoksa yorulup da, yarışı bırakanlardan mıydık? Kaybolan o kadar yetenek görmüştü ki Usta? Bizim sesimiz, soluğumuz çıkmadığına göre, bizim de kaybolacağımızı düşünmesi olağandı. Ama Usta, iş başındaydı, en küçük detayı kaçırmak istemiyordu. Soruşturmasını yapıyordu. Tabii H. İbrahim Kaymak cevap vermemişti. Bize anlattıktan sonra, kendimiz hakkında malumatı oldu. Usta’ya anlatıp anlatmadığını da bilmiyorum.
Usta’ya göre herkes söylediği sözün kefaretini ödemeliydi. Şair İsmet Özel’in bir mısraı var, çok hoşuma gider: “Beni bir ses sahibi kıl, kefarete hazırım.”
Nuri Pakdil, bir Usta olarak, bunu soruşturuyordu ikiyüzlüler ülkesinde..
Nuri Bey, zor bir Ustaydı. Sanatı, en ince teferruatına kadar öğretmekten yanaydı. Tabii yanında bu kadar uzun kalabilenler, ondan bir şeyler alabilirlerdi. 1969-85 yılları arasında yanında olanlar, birlikteliklerinin meyvelerini toplamışlar, çoğu sanat ve edebiyat yaşamımızın vazgeçilmezleri arasına girmişlerdir. Kutlarım, o sabırlı erleri.. Bugün adı anılıp da, Edebiyat çevresine borçlu olmayan kaç şair, yazar görebiliriz?
İşte başımın tacı olanlar, işte işledikleri yararlı işler.. Dün olduğu gibi, bugün de aynı heyecanla anarım Usta’yı da, öğrencilerini de.. Onlarla ilişkilerimi, dünkü gibi canlı tutmaya, birlikteliğimi sürdürmeye özen gösteririm. Ben, dostluğu Büyük Doğu’da, Diriliş’te ve Edebiyat’a bulmadım mıydı?Nasıl vefasızlık edebilirim onlara şimdi?.
Burada iki mektubu anmadan geçemeyeceğim. Birincisi Nuri Pakdil’in bana gönderdiği Edebiyat’ın çıkışının 12. yıldönümü bildirisi, ikincisi de Edebiyat’ın Yazışma Sorumlusu Ebuzer Murtaza’nın Edebiyat’ı çok güzel anlatan bir mektubu...
“Sayın Mücahit Koca,
1981 yılı, Edebiyat Dergisi’nin çıkışının XII. Yıldönümüdür.
Bu büyük Yıldönümü, ülkemize, Afrika’ya, Asya’ya, özellikle Ortadoğu’ya ve tüm yeryüzüne ve insanlığa kutlu olsun?
Yaşasın, karşıanamalcı, karşısömürgeci, lekesiz, ödünsüz, uzlaşmacısız, bitimsiz ışıklı, tarihsel, öğretisel bilinci harlı bir ateş gibi insandan insana geçirici, atılımcı, dönüştürücü, evrensel, kesin yargılayıcı ve mahkum edici, sürekli alınterinin savunucusu, yerli, demokrat, yurtsever çizgimiz ve konumumuz!
Nuri Pakdil”
İkinci mektuptan kısa bir bölümü vermek istiyorum:
“Sayın Mücahit Koca,
..................
Hepinizin yakından bildiği ve kesin gerçekliğine inandığı şu noktayı bir kez daha vurgulayalım: Edebiyat dergisi, bir tecimsel (Ticari) isim değildir. Edebiyat Dergisi, yalnızca öğreti ve tarih bilinci içinde oluşmuş, kendi ivmesini kendi özgücüyle hızlandırmayı amaçlayan bağımsız bir kültür hareketinin, bir öğreti hareketinin lekesiz, ve onurlu ismidir. Edebiyat Dergisi Türkiye özelinde ve yeryüzü genelinde hiç bir kişiye, hiç bir kuruma, hiç bir şirkete, hiç bir kitabevine, hiç bir gazeteye, hiç bir örgüte sırtını yaslamamıştır, tek dayanağı Yüce Tanrı’nın sınırsız cömert ihsanı ve bu kültür devinimimize gönül veren yurtseverlerin inançlı, sıcak ve coşkulu dayanışmalarıdır.
Kardeşçe selamlarımızla.
Ebuzer Murtaza
EDY © 2002 - 2016 | Hata Bildirin | Yasal Uyarılar | eMail Kayıt | Mobil Cihazda Aç | +90 532 291 7896 |