Edebiyat Dergisi
Yayınları
8486. Gösterim
Hece Dergisi, Sayı: 12, Aralık 1997
“Ayakkabılarıma da sirayet eden eskimişliğin simgesidir Ankara. Bir büyücüdür evin altındaki ayakkabıcı.
(Kurban!) Ama, Bakkal; kesinlikle cadı tartar, cadı satar: Bu kentte başka ne tartılır, ne satılır ki Bayım?” Nuri Pakdil
Nuri Pakdil’in Bir Yazarın Notları’nda, sıkça sözünü ettiği kentlerden biri de Ankara’dır. Notlar’da Ankara İstanbul’un Tersidir.
Darağaçları, karanlık, karamsarlık, yoğun sis, asık suratlı görevliler Ankara’nın toplamıdır.
“- Caninin adresi?
- Ankara
- Mahalle, cadde, sokak, ev?
- Yetişir efendim; biliniyor.”
Evet biliniyor ‘caninin adresi’. Kimse farkında değil ama, o yaşıyor: Karanlık sokakların köşebaşlarında, virane izbelerde, yağmur suyu mazgallarında...
Yirmi üçe değin küçük bir Anadolu kasabası olan Ankara’nın yazgısı daha sonra birdenbire değişmiştir. Kasabanın kabuğu kırılmış; Ulus ve kale civarlarına kurulmuş eski küçük kasaba, yerini gri beton yapılara bırakıp, kendine yeni bir koza örerek, daha da içine çekilmiştir.
Dünyanın sonunu beklemek için iyi bir yer değildir Ankara. Yazara göre, Ankara, dünyanın sonunu göremeyecek şanssız kentlerden biridir.”Fellini o ünlü Roma Filminde, Dünyanın sonunu beklemek için en uygun yerin Roma kenti olduğunu söylemiştir: dünyanın sonu, demek ki, gözlemlenebilecektir oradan. Bana öyle geliyor ki Ankara, o son saatlere bile yetişemeyecektir: çünkü Ankara’nın evrensel yazgısı, işler o aşamaya gelmeden çok önce, ‘mutlak bir sondur.’
Kentlerin sonu nasıl gelir? Bir kent, nasıl dünyanın sonu gelmeden önce kendi sonunu hazırlar. Bu son, belki de kentin yüklendiği işlevin sonlanmasıdır. Ankara da, bu gün kazılarla ortaya çıkarılan antik kentlere mi dönüşecektir? Kazma vurulduğunda, toprak altında bu güne ait ne çıkacaktır. Yoksa hiçbir şey mi?
Kuşkusuz Ankara ta baştan kendi sonunu hazırlamıştır. Kasabalıktan kentliliğe geçerken yüklenilen işlev, sonun başlangıcıdır. Kasaba, daha olan biteni anlayamadan sokaklarında darağaçlarını görmüştür. Yazar Notların bir yerinde: “Sürekli olarak; gece de, göndüz de, bu kentte kurulmuş darağaçları geliyor usuma.”der. Cellat en güzel bu kente yakışmıştır. Yüzyıllardır Hacı Bayram’ın güvenli kollarında uyuyan kasaba, kentli olan cellatı da görmüş; bir gün celladın bir akrep gibi kendi kendisini sokmasını beklemektedir.
Asık suratlı insanların kentidir Ankara. Caddelerde, sokaklarda kimseyi gülümserken göremezsiniz. Herkes birbirleriyle küstür sanki. Karamsar ve kuşkucudur insanlar. Bu durum, kara siyasaya yakınlıktan mıdır, yoksa sokaklarda karasiyasayı, başka kentlere göre daha yoğun hissetmekten midir?
“İki karanlık bastırıyor Ankara’nın üzerine: biri bildiğimiz akşam bunun; çok karmaşık bir olgu ikinci karanlık. Bu fizikötesi bir boğuntu mudur, dünya yaratılmadan önceki tuhaflık mıdır? Belki, bunların hiçbiri değildir de, çok özgül, karanlığa dönüşen, bizim ancak bu görüntüde algılayabildiğimiz bir ilençtir bu.
Karamsarlıkla kuşatılmıştır bu kentte oturanlar: Sürekli + yazında, kışın da, kimsede de bu karamsarlığın kökenini araştırma isteği pek oluşmamıştır.”
Ankara görevli kentidir bir de. Tüm ülkede, görevlilerin en yoğun bulunduğu kenttir. Bakanlıklar, meclis, genel müdürlükler, bir çok kurumun genel merkezi bu kenttedir. Caddelerde gördüğümüz asık suratlı insanların büyük çoğunluğunu görevliler oluşturur. Görevli olmayan insanlara da, yüzlerdeki gerginlik bir şekilde bulaşır. “Özellikle Ankara’da; taş, toprak görevli kokar. Tanık oldum da, biliyorum: sözgelimi görevlilerde derece yükseldi mi, artık onlar konuşmazlar: öterler;kimi baykuş gibi, kimi karga gibi. Bülbül gibi ötenleri, yalnızca odacılardır. Titizlikle bakılınca görülebiliyor, bir görevlinin gözlerinin içinde ikinci bir kişiliğin de bükülmüş boynuyla oracıkta durduğu.”
Kimliksizlik en yoğun biçimde Ankara’da hissedilmektedir. Köklü bir uygarlık ve medeniyeti red’le başlayan süreç; zorlamayla kabullendirilmeye çalışılan batı uygarlığında sürüp gitmektedir. Tüm ülkenin, özellikle Ankara’nın üzerine iğreti bir elbise gibi duran bu olguyu yazar şöyle ifade eder: “Dün gece eve gelirken gene oradan geçtim: taşlara, betona sinmiş kimliksizlik
Hacı Bayram-ı Veli, kendi içinde çekilen kasabada sığınılacak tek nirengi noktası gibi durmaktadır. Bu kentte, belki de dünyanın sonu görülecek tek mekândır. Hacı Bayram’ın manevî iklimini sürekli yanıbaşında hisseden insanlar da vardır kuşkusuz. O büyük ‘ateş ustası’nın yanıbaşımızda olduğu ve hâlâ bu kenti savunduğunu bilmek Ankara’yı yaşanılır kılmaktadır bize. “Ateş ustası Hacı Bayram, gizemli erlerini topladı ve anlattı. Tarihin içine sürekli yansıyor özverisi; şimdiki zamana ulaştıktan sonra da, geleceklere, bitimsiz yıllara akan bir çavlan.”
Şimdi ne Samanpazarı’nda saman, ne de Atpazarı’ında at satılmaktadır. Kale ise neyi beklediğini çoktan unutmuş, burçlarından hüzün dağıtmaktadır kentin üzerine. Bu kente yaşayanlar kalenin varlığını çoktan unutmuşlardır. “Samanpazarı’ndan kaleye giden yolda: çok doğal:hazır giysiler gibi: tabutlar!: dükkânlarda: dükkâncılar da, oturup müşteri beklerler.”
Bir gün Ankara için söylenecek sözler okunduğunda, dilsiz kasabanın dili çözüldüğünde, karlara bürünmüş karakentin koynuna, korkudan büzülmüş, kerpiçten evler açtığında gözlerini Hacı Bayram’ın orağıyla biçtiği buğdayların tohumlarının tohumları, başlarını kaldırdığında topraktan, kalbimiz çoktan durmuş olacak belki; durmadıysa da, bir bahar serçesi gibi kanat çırparak uçup gideceğiz; göğermiş ekinlerin boy verdiği Ankara Ovası’nın üzerinden.
Alıntılar: Bir Yazarın Notları I, II, III, IV; Nuri Pakdil, Edebiyat Dergisi Yayınları
EDY © 2002 - 2016 | Hata Bildirin | Yasal Uyarılar | eMail Kayıt | Mobil Cihazda Aç | +90 532 291 7896 |