Edebiyat Dergisi
Yayınları
8512. Gösterim
Zaman Gazetesi, Kitap Eki, 18 Kasım 1998
İktidarın en geniş sınırlarının dışındaki adalara uğruyoruz madem, bırakalım söz, bir uçtan diğerine salınsın.
“Devlet ve şairleri iki kaşık gibi iç içe uyurlarken” diye yazmış ya Ece Ayhan Zambaklı Padişah’ta. Biz, bu bahiste Nuri Pakdil ‘usta’ya uzanacağız.
İktidar kavramının yüklendiği zengin çağrışım tayfı, anlam kaymalarıyla değişen iktidar tanımları, iktidar-muhalefet çözümlemesindeki post modern durum ve ülkemizdeki izdüşümü... Bu yazının gayreti bunlar üzerine kalem oynatmak değil. Şöyle bir değinerek söylenecekler için teorik zemini yoklayıp geçeceğiz. İktidar, en kapsamlı tanımıyla muhalefeti de içinde barındıran genişlikte bir alan. Muhalefet, parçası olduğu iktidarı diri tutma göreviyle ve iktidar olma sırasını bekliyor olma konumuyla uygun basamakta durmaktadır. İktidarla muhalefet derin kökleriyle birdirler.
Hemen bütün rejimlerde aslolan, iktidar değil, muhalefettir. Rejimin niteliklerini yoklamak için muhalefete bakmak gerekir. Muhalefet, olabildiğince, aykırı ve ayrıksı bir tonlamayla kullanılsa bile aslında merkezde yer alır. Oradan seslenir ve o boşluğu doldurur. Jean Paul Sartre’dan bu yana aydının bir muhalif olarak portresi kalın çizgilerle belirlenmiştir. Aydın muhaliftir. Muhaliflik aydın olmanın temel şartıdır. Ya da temel şartlarının başında gelir. Muhalefetin dışındaki bütün kategoriler aydın için aşağılanmıştır. İşbirlikçiden tutun da beslemeliğe ve kapıkulluğuna varıncaya kadar en ağır sıfatlar ve bunların keskin halleri onlar için kullanılır.
Aydın olmak literatürde özgür düşünmek, dünyaya eleştirel bakmak, entelektüel gerçeğe saygı duymak, bağımsız davranabilmek gibi hasletlere tekabül ediyor. Ancak ülkemiz için başkalaşmış ve dönüşmüş karşılıklarıyla bir aydın tiplemesi var.
İtiraz etmenin cazibesi, yapılanları beğenmemenin kolaycılığı ve kendi sözünün dinlenmediğine dair derin bir bilgiçlik tavrı.
Özellikle ülkemizde yetersizliklerin ve kestirmeden menzile varmaya çalışmanın üzerine bu unsurları da eklerseniz aşağı yukarı bir aydın portresi çıkıyor.
Bu aşamada iktidara göre edindikleri konum da çok önemli değil, Hatta iktidarı eleştirirken seslerinin gür çıkması da durumu değiştirmiyor.
İster gerçekten muhalefet yapsınlar, ister muhalif davranarak aydın kimliklerini tamamlamış ve parlatmış olsunlar, onlar iktidar için gereklidirler.
Eksikleri kapatır, iktidarın yolunu temizlerler. Eleştirilerinin işlevsel olan yanı yanlışların önüne geçmek gibi bir misyonu yerine getirir. Hele, iktidarın elindeki mekanizmaları nasıl kullandığına karışmazlar ve açık ve gizli paylaşımlara ortak da olmazlarsa varlıkları artık vazgeçilmez olur.
Sonuç olarak iktidar için gerekli olan muhalif aydınların varlığıdır. İktidarın en geniş tanımında -arka bahçede de olsa- onların önemli yerleri ve rolleri vardır çünkü.
Bir de muhalif olmayı değil, iktidarın dışında kalmayı tercih edenler var tabii. İktidarı eleştirmeyi değil, iktidarı dikkate almamayı tercih edenler, iktidarın gramerini kullanmadan, onun retoriğine kapılmadan... Aydın tanımlamasına edebiyatın ve sanatın referanslarıyla ulaşmaya çalışırsak, iktidarın dışında kalmak, daha önemli hale gelir, hatta varlık şartı olur.
Cins şair Ece Ayhan’dan bir alıntı daha yapalım: “Yalnız şu var ki, ustalıkla taşeronluğu; alıntıyla çalıntıyı birbirine karıştırmayacağız. Kimyaya çalışanlar bilirler, karbonun iskeletiyle elmasınki aynıdır.”
Pakdil ‘usta’ böyle bir uç örnek. Pakdil için baştan başlamıyorum. Okurlar; edebiyat dergisini, çevresini, oradan yetişenleri tanıyor olsalar gerek. Edebiyat dergisi yayınına ara verdi. Çevresindekiler o atmosferden çok da uzaklaşmadan yaşamayı sürdürdüler. Pakdil ‘ara’dan sonra, yakın zaman içinde kimi eski, kimi yeni kitaplar yayınlamaya başladı. Son kitabı “Kalem Kalesi”nde Pakdil daha yaşayan biri ve dili daha açık. Anlamaya, anlatmaya, anlaşılmaya daha yakın.
Önceliklerle inceden bir ayrımın ipuçlarını verse de; Pakdil, değişmeyen çizgisini sürdürüyor. İktidarın dışındaki Pakdil’i bulmayı denemek için sıcak ve yeni bir iz Kalem Kalesi.
Akay Yokuşu’nda çatalını zeytine, ekmeğini zeytin yağına bastırarak kahvaltı yapan biri olarak bu izi bulmayı deneyeceğim. Pakdil, cümlesini kurmakla meşgul. Yılar önce başladığı cümlesini kurmakla meşgul. Yıllar önce başladığı cümlesini bitirmek için çalışıyor da diyebiliriz. İktidara bulaştırmadan, onun gizliden ve derinden belirleyici olduğunu bilerek tamamlamak istiyor cümlesini.
“Sürekli cümle kurarak cümlelerini bozmalıyım bunların.” diyordu Edebiyat Kulesinde. Cümlesine öyle özen gösteriyor ki: Yıllardır herkes bilir bir dizgi, düzelti yanlışı yoktur Edebiyat dergisinde ve Pakdil’in kitaplarında… Çünkü bir yanlış eksik bırakacaktır o yapıyı.
Sorumluluk alanı o cümle olan, öyle yaman kurmalıdır ki onu, öyle sağlam çatmalıdır ki çatısını, o cümle gider vurur nasıl olsa hedefi. Bir kere kurmakla da görevi tamamlanmıyor. O sürekli zamana dayanamayan yerlerini onarıyor, rüzgârın götürdüğü parçaların yerine yenilerini buluyor. Muhteşem bir emek harcıyor o cümle için. En sık kulandığı kelimeler arasında da zaten “emek” var. “(= ‘Emeği’, her şeyin temel öğesi sayışım bundan benim + ‘emeğin’ dışındaki her şey karşıdır insana + olumluluğun özdeşidir emek + emek dışı her şey KÜL)”
Diğerleri de onun yanına yakışacak türden: Sabır, sorumluluk, yürüyüş, alın teri.
O yürüyor… “Yürüyüşlerimde birim 1000 metredir…” Hiç durmadan yürüyor. Yürüyerek çağın kirlenmesinin önüne geçmeye çalışıyor. Onunla birlikte olmak, düzenli, ahlaklı, heyecanlı ve enerjik yürüyüşe katılmak demek. Adımlarını ona uydurarak tabii ki. Giderek koşuya dönüşen bu yürüyüşte bir “geyik zarafeti” fark ediliyor. Üstelik yaralı, yarasını mesafelere yediren bir geyik. Herkes yeryüzünü talan etmekle yarışırken; Pakdil, gökyüzünü etüt ediyor.
O, umudu yayıyor yeryüzüne. Öyle yayıyor ki; hayattan umudu çıkarınca bile umut kalıyor geriye. Çıkan umut, kalan umut. Çünkü, “hayatın içağacı: Umut.”
Pakdil, yazan, yaşayan, sıcak biri. Genel geçer ölçüleriyle edebiyatçı kimliği içine sığmıyor.
O bir duruş, bir tavır. (Flaş patlaması aralığında bir yakın fotoğraf örneğin): Kolağızları epriyinceye kadar giydiği ceketinin düğmeleri mutlaka iliklidir, ayaktadır, otursa bile koltuğa sırtını asla yaslamaz. Kısacası, o bir ekol. (Yani okul.)
Ve yazdıklarının hepsi, okulunun varlığı ile tamamlanıyor. Yazdıkları Pakdil okulunun rehberi niteliğinde.
Öyle olunca Pakdil, yazdıklarıyla ve okuluyla birlikte değerlendirilmesi gereken biri.
Ancak biliyoruz ki; zoru daha da zorlaştırınca okul yani aile dağıldı. Okulu onu okuyucusuna taşıyordu. Okul dağılınca okur da kalmadı. Yazdıklarının en canlı kaideleri olarak çevresindekiler kendi sürevenlerine daldılar.
Bir yekûn çizgisini çizmek gerekirse; Pakdil, iktidarın dışında tutmayı başardığı tavrı ve dili ile müstesna biri. Ancak ‘iç ilişkiler’deki iktidarı çağrıştıran tutumu, kendisi ile çevresi ve yazdıkları ile okuyucuları arasında bir boşluk oluşturuyor. İşte bu boşluğa masum bir “keşke” yerleştiriyorum.
Keşke, Pakdil’e yaklaşmak bu kadar zor olmasaydı. Pakdil çok dirençli, çok sabırlı arkadaşlarını daha çok sınamasaydı. Keşke birçoğu onu uzaktan sevmeyi tercih etmeselerdi. O, tahammülünün sınırlarını insanın zaaflara açık fıtratıyla buluşturarak çizebilseydi. İstediği “Derviş Hüneri”nin eşiğini sürekli yükseltmeseydi.
Bu zorlukların ve zorlaştırmaların Pakdil tavrının doğal bir parçası olduğunu düşünmek de her şeyi açıklamıyor. Bir Yazarın Notları I’de diyordu ki Pakdil:
“Arkadaşlarımı da çok severim.
Yeryüzüne biterim.
Eve portakal alınca sandıkla alıyorum: Dayanamayanlar çürüyor, bayım!”
Bu satırlarım tam tercümesini ‘okul’lular bileceklerdir.
Ve tolerans limitleri içinde uzun-uzak çağrışımları derlemek üzere, yine bakışımlı Ece Ayhan’a dönelim:
“Ey gemileriyle birlikte yiten denizler
Ve bağlı limanlardır ki, unutulmasın.”
***
Şu masum keşkeyi, Pakdil’i takip etmeyi sürdürenler ve yakınında olmadan da onunla birlikte yaşayanlar adına telaffuz ettiğimi düşünmek beni rahatlatıyor.
EDY © 2002 - 2016 | Hata Bildirin | Yasal Uyarılar | eMail Kayıt | Mobil Cihazda Aç | +90 532 291 7896 |