Edebiyat Dergisi
Yayınları
13962. Gösterim
Yedi İklim Dergisi, Sayı: 58, Ocak 1995
Karanlık bir çağı yaşıyoruz. Bu çağın karanlığı, Ortaçağın karnlığından da koyu. İnsanın ‘insanlığı’nı yokettiği bir çağ bu. ‘İnsanlığı’nı yokeden insan, sonunda kendi hemcinsini yani ‘insanı’ yokediyor. Dolayısiyla dünya, gittikçe karanlığını daha da yoğunlaştırıyor. Belki de bunun için ünlüyor şu cümleyi Nuri Pakdil, “Bir Yazarın Notları I” adlı kitabında: “İnsan! Seni savunuyorum; sana karşı!” İşte bu cümle, bizi, Nuri Pakdil’in şiirinin özüne götürecek ana izleklerden biridir. Yalnızca şiirine mi? Hayır. Denemelerinin, oyunlarının, dahası tüm sanatının özünü bu “savunma”da buluruz. Bu bağlamda, Nuri Pakdil’in denemelerinin de, oyunlarının de odak noktasını şiir oluşturur. Denemelerinde, oyunlarında şiirin devingenliği ve sıcaklığı hep başat olmuştur. Gerçi Nuri Pakdil, şair olarak değil, yazar olarak toplumun önündedir. Onun, şiirlerinde hep Ebubekir Sonumut imzasını kullanması, şairliğinden çok, yazarlığının öne çıkması hususunda bilinçli bir seçimdir belki de.
Nuri Pakdil’in şiir coğrafyası, merkezi Mekke, Medine ve Kudüs olmak üzere tüm yeryüzüdür. Onun, bu karanlık çağa şiiriyle yansıttığı ışığın kaynağı. Ulu Önder Peygamber ‘in bindörtyüz yıl önce yeryüzüne saçtığı ışıktır. Bu ışık bir akıma dönüşür onda. “Rahman” adlı şiirinde:
“bir akımdır geçen yüreğimden
en uzaktaki müslümanın yüreğine”
der, Nuri Pakdil. Çünkü O, Ortadoğu’da boy atan uygarlığın bir üyesidir. Bunu, “Araf” adlı şiirinde:
“Evreni bir ev yapan bir düşüncenin
çevresinde toplandılar ortadoğu oğulları”
diyerek dile getirir. Çünkü, “Bölünmez ortadoğu/sınır/taşlarıyla” der. Sonra ekler:
“Tûr dağını yaşa
Ki bilesin nerde Kudüs
Ben Kudüs’ü kol saatı gibi taşıyorum”
der, “Anneler ve Kudüsler” adlı şiirinde.
Nuri Pakdil, düşünce kozasını örüp, onun içinde kaybolup giden aydınlardan değildir. O, düşünce ve sanat kozasını sabırla, dirençle örerken, tüm yeryüzünü büyük bir titizlikle gözetleyen, gözlemleyen, algılayan, sürekli kendini yenileyen, tüm yerli ve yabancı zorbalara, karasiyasa cambazlarına, emek sömürücülerine, insanı kendi karanlıklarında boğmaya çalışan zalimlere karşı tek başına yiğitçe direnen, insanın önüne aydınlık ufuklar açan, çözümler üreten bir eylem ve tavır adamıdır. Bunları, yazdığı her şiirde, her kitapta, her yazıda görüyoruz. Onun bu tavrını “ifrat-tefrit” ikileminde değerlendirmek büyük bir yanılgıdır bence. “Su Kasidesi” adlı şiirinde, bakınız ne der:
“değişmeyen yeni doğan çocuktan da ileri
inancı özgürlükçü emekçi kuran ayetleri”
Bu bilinçten hareketle, tüm kirli mülkiyet sahiplerine, sömürücülere şöyle seslenir:
“alınteri kitabımın ilk cümlesi
burjuva ayağa kalk
güneyde kuzeyde doğuda batıda
yargılıyorum seni”
Nuri Pakdil’in şiiri, duyguya yenik düşen bir şiir değildir. Bilinç, duyguyu sürekli denetler. İmajların oluşumunda usun ağırlığı hissedilse de, “Narin” bir lirizmle bu ağırlık ustalıkla duldalanır. Şu dizeler bunun en güzel örneğidir:
“Bir aydınlık yoğunlaşa yoğunlaşa parmakların olur
Bir kuş eskidikten sonra yeniden parmakların olur”
...........
“Ellerin yeni doğmuş
/bir tay mı
En çok konuşmak güzedi seninle”
...........
“istanbul eski gazel kim yazacak seni ey kıyı
kelimelerin işlevi kurşun taşımak oldu”
...........
“koyu hüzün bulmak için kapılırım bir fırtınaya
iki yanımda saçların akar benimle birlikte su”
...........
“Katedrallerin çöktüğünü düşün
Ortada boynu bükük dostoyevski”
Evet, “Kar, eylem cümleleri; kara kentin üzerinde; inananların gözleri bu cümlelerde; bir pencereden, bir şair, şiirini boşalttı yeryüzüne.” İşte bu Nuri Pakdil:
“Kentin süvari/
siyim diye dişlerimde
yeraltı azığı
bengi çünkü
ırmakta yudum kelimelerimi
elim ve kelimelerim
grevlerim
gözcülerim ve öncülerim
piştik vav ocağında ey Yunus Usta”
diyen ve “Bir Yazarın Notları IV” de kalbimizin pasını sıyıran şu derviş sesine kulak verelim:
“Sevgililerinize de
Verin bunu oğullarım
Buğday şiirle yetişti
Alınteri bağlamında”
Ah! Kim duyar şimdilerde bu sesi? Yüzlerce yıl öncesinden sesleniyor, duymuş da bu sesi İbn Arabî:
“Ah bir bilseydim, ah bir bilebilseydim onları
Hangi kalbe sahipler, acaba biliyorlar mı?
Ah gönlüm bir bilseydi, bir bilseydi
Hangi yollara düştüler, nasıl aştılar dağları”
EDY © 2002 - 2016 | Hata Bildirin | Yasal Uyarılar | eMail Kayıt | Mobil Cihazda Aç | +90 532 291 7896 |