EDY

Edebiyat Dergisi
Yayınları

N. Pakdil
♦ Kitaplarımız
Baskısı Bulunanlar
Baskısı Tükenenler
♦ Nuri Pakdil
Nuri Pakdil
Bir Biyografi Denemesi
♦ Edebiyat Dergisi
Edebiyat Dergisi
Dergi Sayfalarından
Dizin (1969-1984)
♦ Edebiyat Dergisi Yayınları
E.D.Y. Hakkında
E.D.Y. Kataloğu
Tüm Kitaplar
♦ Değiniler/Seçilenler
Değiniler
Seçilenler
♦ Satış Noktaları
Kitapçılar
Online Satıcılar
♦ İletişim
İletişim Bilgileri
İletişim Formu
♦ Mesaj Panosu
Mesajları Oku-Oyla
Mesajını Ekle
 
İçerik Sorumlusu
İdris HAMZA
Internet İlk Yayım Tarihi
3 Kasım 2002
 
Bir Devrim, kuşkusuz, edebiyatın sırtında en güçlü dayanaklarından birini bulur. (OGD 1: Çarpışan Sesler, s.22)

Seçilenler

113 Kişi Online
12 Ekim 2024 Cumartesi 15:52:26

 

Batı Notları, Nuri Pakdil, Edebiyat Dergisi Yayınları

İsmail ÖZGÜN

8109. Gösterim
Sur Dergisi, Şubat 1973

Tanzimat kasırgasının feci şekilde sarstığı köklü kültür temelimiz onarılması gereken en mühim unsurumuz. Bunu gerçekleştirecek olanlar şüphesiz henüz daha tam manasıyla yetiştiremediğimiz, bize dönük aydınlar kadrosudur. Öyle ki; kendi kültürünü anlamış ve benimsemiş, herkese ve gereken yerlere bundan avuç avuç sunmasını bilen fedakâr, cefakâr aydınlar... Her alanda olduğu gibi fikrî alanda da bu kahramanlardan yetişiyor, yetiştiriliyor. Bizi herşeyimizle kendimize döndürebilecek bu kadro, sarsılmaz inanca sahip, insanımıza sevgi, şefkat hisleriyle bakan, düşmanın özelliklerini de iyi kavramış şuurlu kahramanlar topluluğudur.

Son yıllarda, iliklerimize kadar işleyen “batı” yaldızlı oyuncağının marifetlerini otaya koyan ve dertlerimizin halline çözüm yolu arayan eserler yazılmakta. Bunlardan birisi de tamamen değişik bir üslûpla yazılmış olan Nuri Pakdil’in Batı Notları isimli kitabı. Yazar Ankara’da çıkan Edebiyat Dergisinde yayınladığı gezi notlarını bu kitapta toplamış. Yapı itibarıyla küçük olmasına rağmen içindeki fikirler, batının her yönüyle acıklı olan durumunu, batı medeniyetinin çöküşünü ve onların sonu gelmez bir arayışın içinde ıstırapla kıvrandıklarını anlatıyor. Batı reçetesinin bize zararlı ilâçları sunduğu, onların görüşleriyle bizim hiçbir zaman değerlendirilemeyeceğimiz belirtiliyor ve kurtuluşun “kişiliğini koruyarak” kendine dönüşte olduğu sonucuna varılıyor.

Kitabın ihtiva ettiği konuların üzerinde düşünülmesi gerektiği hemen kitabın önsözünde yer alıyor: “Bilinen gerçeklere yeni bir şey eklenmedi. Ama bunlar uygarlık sorunlarımıza ilişkin hususlarsa, bu gerçeklerin sürekli yazılması ve üzerinde düşünülmesi zorunludur.”

Kendi benliğimizden sıyrılıp batıya kul olmamız, Allah’ı bırakıp sahte tanrılara tapmamıza sebep oldu. Meselelerimize kendi çözüm yollarımız dururken batının usulleriyle hal çareleri aramışız. Bizi tarih sahnesine çıkaran sebepleri bir silkinişte yok etmeye çalışmışız. Mutlak emirleri batılılaşmak modasına uymak için duymamışız. Batının maddî aydınlığı bizim ruhumuzu karanlığa boğmuş. Onların emri Kutsal Emirlerin yerine geçirilmek istenmiş. “Onların sözlerini tutmadan, onların kurumlarını almadan, onların yasalarını uygulamadan, sorunlarımızı çözemeyeceğimiz kanısına varmışız. Nasıl düşünüyorlarsa biz de öyle düşüneceğiz; düşüncenin en iyisini onlar bilirler çünkü! Avrupalılar birer örnektirler önümüzde. Batılılaşmak dediğimiz yabancılaşma böyle başlamadı mı?” (s.8)

Makina, batıda insana eş tutuluyor ve hatta ondan üstün. Bize de sıçradı bu hastalık. Pek tabiî her şeyimizi batı ölçüsüyle değerlendirince bu noktada da onlardan ayrılamazdık. Makinanın esiri insanın maddî arayışları onu sonsuza ulaşmaktan alıkoyuyor. O, ruhunun sesini makinanın bitmek bilmez çığlığında yoketmekle kurtulduğunu sanıyor. Doğulu insanın ruhu ise makinanın karşısında erimiş. “Makinanın egemenliği lav gibi; insanın yüzüne bir kamçı gibi iniyor. İçimizi tedirgin eden bir basınç. İnsanın kişiliği makinanın bir adım gerisinde duruyor. Sanırım batı yaşantısının uyumsuzluğu da bu dengesizliktir. Çünkü makina ‘kişiliğin’ önüne geçince dengesizlik başlar.” (s. 9-10)

Batılı, makinayı “son sığınak” yapmış. Onun sonsuzluğu arayışını makina sınırlandırıyor ve görebildiği kadarıyle makina son sığınak onun için. Maddeye hakim olamayışın bir neticesi bu. Madde ve maddenin planlı terkibi insana hakim oluyor. Esir insan makinadan yardım bekliyor. Böylece haykırışı yankısız kalıyor onun, sönüyor. Bütün bunlar ölüm korkusundan mı? “Makinaya güven olmaz. Makina bu korkuyu yenecek güçde olmak şöyle dursun, manevî değerleri talan ettiği için, batılıyı ölüm karşısında sığınaksız bırakmıştır. Bu talandan sonra, kala kala makina kalmıştır güya sığınak olarak. İşte çelişkileri! Oysa ölmek korkusunu, ancak ölüm ötesi hayata inanarak yenebiliriz.” (s.10)

Kendini maddenin içinden bir türlü çekip çıkarmayan, karışık duyguların içerisinde taklit edilen batılı bu haliyle insanlığın dışında bir manzara arzediyor. Uğraşmalarında, önüne dikelttiği putları gaye yapmaktan uzak kalamıyor. Oysa kurtuluş bunda değildir. “Heykele saygı duyula duyula Tanrı inancı yitebilir insanın içinde. Çünkü saygı taş kesilirse, insan kolaylıkla aşamaz önündeki engeli. Heykel düşüncesinin kökeninde, ne biçimde ve ne oranda olursa olsun, bir put vardır. Put, Tanrı düşüncesinin karşıtıdır. Tanrı düşüncesi içimize dolmadan kendi kendimizi aşamayız; kendi kendimizi aşmadan bunalımlarından kurtulma olanağı yok insanın.”(s. 21)

Milletimize Avrupa medeniyeti mutlaka ulaşılması gereken bir seviye gibi gösteriliyor. Teknik sahada ilerlememiz şart, fakat bunun için mutlaka kendimizi de batılının seviyesine düşürmemiz mi gerekiyor? Aksine bugünkü ileri medeniyetlerin karşılaştığı bunalımlara düşmemek için mana yönümüzü de unutmamalıyız. Bunun için Gaye İnsan’ın hayatını örnek almamız lâzım:

“Peygamberin hayatı bir ülkünün hangi yöntemlerle gerçekleştirilebileceğinin somut örneğidir.

Bunalımlarımızdan, O’nun hayatını iyice öğrendiğimiz vakit kurtulacağız. Hiçbir sorun, çözümsüz bırakılmamıştı. O, hiçbir güçlük önünde yılgıya düşmemişti. Sürekli umutlu olmuştu.” (s. 38)

Yarı aydınımız batıyı olduğu gibi, kendinden hiçbir şey katmadan bize aktarmakta onlardan tam not almış. Ve bu takdir onun daha da şımarmasına sebep olmuş. Bu kendini bilmezlik, devletin üst kademelerinde de görülünce milletimizin uçuruma sürüklenmesine hiçbir sebep kalmıyor tabiî ki. İşte bizim acıklı bir duruma düşüşümüzün baş sorumlusu sahte-aydın tipini yazar şöyle çiziyor kitabında:

“Nasıl bir kişidir “batıcı aydın” tipi? Tarihini yadsımış, uygarlığından kopmuş, bağsız, boşlukta sallanan, hiç bir tutumu ile artık bize benzemeyen bir yabancı. Her alanda görüyoruz bu kişileri. Önce kültür alanında görülmüşlerdi. (s. 47) Buna mukabil; düşüncesi, toprağı, milleti, şanlı mazisi ve hasletleriyle tam bir anlaşma halinde bulunan gerçek aydınımız da şöyle anlatılıyor:

“Türk halkının bozulmamış benliğinden, yerli düşüncenin aydını, Türk aydını belirmiştir. Bu aydınlar çoğaldıkça, Türk ulusuna yeni ve verimli bir canlılık gelecek.” (s. 47) Bu aydınlar kurtuluşumuzu müjdeleyecekler bize. Çağın da kurtuluşuna onlar zemin hazırlayacaklar. Yazar bir müjdeyi vermektedir bize. “Yeni bir çağ başlamaktadır. Yeni çağ bizim çağımız olacaktır, müslümanların evrensel inancı yeniden insanlara sunacağı çağ olacaktır.” (s. 59)

İnancımızı kıtalara yayan Osmanlı Devleti, kendini insanlığın saadetinden mesul sayıyordu. Kör taassup bulutlarının Avrupa’nın her yanını sardığı bir devirde, o devletin insanı, inancının tazeliği içinde yaşıyordu. Ve bu inançla tarihte muhteşem bir devir açmıştı. Pakdil’e göre “Osmanlı Devleti dünyanın dengesini sağlıyordu. Bu denge bozulmadıkça, Avrupa devletleri, Doğu’nun, Ortadoğu’nun, Afrika’nın kaynaklarını rahatlıkla sömüremeyeceklerdi.”

Kitabın değişik ve yadırgadığımız bir yönü de dili oluyor. Yazar yeni çıkan kelimelere oldukça ağırlık vermiş. Belki de bizden kopanlara ve yaralarımızı millî dilin anlatışıyla görmek istemeyenlere açıkça seslenmek için. Bilemeyiz. Fakat, yerinde kullanılmış ve akıcı cümlelerin içerisinde bu kelimeleri eritmesini bilmiş. Böylece kitaba değişik bir üslûp kazandırılmış.

İnsanımıza ve vatanımıza, onun meselelerine herkesten çok sahip çıkmamız gerektiğine göre, gerçek aydın bunu bilmeli ve öğretmelidir.

“Kişilerin ve hükümetlerin gösterdikleri yola karşı, tarihin de tayin ettiği bir yön vardır. Bu yol tarihin tayin ettiği yönle çelişirse, aydınların ve yazarların görevi tarihin tayin ettiği yönde ilerlemek ve halkı bilinçlendirmektir.” (s. 108)

Tarihin tayin ettiği yönde ilerleyen yazar ve onun gibi başka aydınlarımızın insan oluşumuzu ve üstün inançlarımızı savundukları sürece kendimize dönüş adımlarını atmış olacağız.

 

 

TecnoWeb EDY © 2002 - 2016 Hata Bildirin | Yasal Uyarılar | eMail Kayıt | Mobil Cihazda Aç +90 532   291 7896